SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() GAUDİ'NİN GÖLGESİNDE...
Kıymetli fotoğraf sanatçısı ve bu işin ilmi ile meşgul Özer Kanburoğlu’nun aldığı “Gaudi Fotoğraf Ödülü” sonrasında bir akşam evde konuşurken, eşim ve sevdiğim iki arkadaşımla beraber ertesi gün kendimizi Münih üzerinden Barselona’ya bıraktık... Epeyce önce, sanmayın birkaç yıl, tam 20 yıl önce olimpiyat oyunları öncesiydi buraya gelişim… Oyunlar önce Barselona’nın şehirde yarattığı değişim bugün hâlâ olimpiyat oyunlarına talip olmuş ülke ve kentler için çok uygun yol haritası gibidir. Öyle ki, binaların yıkılması, yolların yönünün değişmesi, bir tatil ama bir ölçüde sürekli yaşayan spor, sanat ve kültürün canlı tutulmaya çalışılması kenti bu günlere getirmiş…
Buraya geliş amacımız öncelikle tatil, sonra sanat, kültür ve spor…. Tahmin edeceğiniz gibi işe “Camp Nou” ziyaretini yerleştirerek başladık. Geldiğimiz akşam, 25 sene önce evlendiğinde balayı için eşi ile birlikte otomobiliyle İstanbul’a gelen taksi şoförünün tatil hikayelerini dinlerken 20 Euro’luk yolculuğumuz 30’a çıktı. Bunu ertesi gün aynı yolu 20 Euro’ya götüren taksi ile öğrenmiş olduk. Neyse ki, yalnız biz değil başkaları da durmadan gezmeye devam ediyor. Forma reklamı almayan bu kentin takımının bu defa “Qatar Foundation” ismini formasında taşımaya başlaması forma satışlarında yalpalama yarattıysa da durum normale dönmüş durumda. Formadaki yazıdan çok renkler sanki daha kıymetli gibi görünüyor. Taraftarlık mı, seyircilik mi sorusuna biraz farklı açılardan bakılma yeri olmuş Barselona… Motosiklet cenneti diyebileceğim bir farklı şehir burası… Kentin her tarafında yüzlerce insan motorları ile işlerine gidip- geliyor. Motosiklet parkları müthiş biçimde tasarlanmış. Kentin altı metro ve otoparklarla dolu. Yollarda herkes kendi şeridinde gidiyor. Her araç sürücüsü ve motosiklet kullanıcısı birbirlerine son derece saygılı biçimde trafikte ilerliyorlar. Motorun her markası var. Kıskanmadım dersem yalan olur ama benim “Kum Kargası” görünümlü Multistrada’m Adil’in dükkanında beklemeye devam ediyor. Dönüşte turlar başlayacak gibi… Lufthansa ile uçunca, zorunlu olarak Alman gazetelerini göz gezdirme fırsatı buldum. ”Bizim güneyimiz, tatil beldelerimiz İspanya, Yunanistan, İtalya” başlıklı yazıda bu ülkelerin ekonomileri ve var olan gelişmelerden sayfalar dolusu yorumları inceledim. Garip tesadüf bizde durduk yerde buraya tatile geldik. Koskoca Akdeniz, Karadeniz, Ege sahil ve şehirleri varken neden burası? İki sebep var: Birincisi eski ve yeni arasındaki farkları izlemek, ikincisi ise insanları bu yeni dönemdeki yaşantılarını incelemek… Yollar, binalar, trafik, temizlik, tarih, kültür ve yaşam şekli konularında farklılıkları izleme şansı bulmak bana keyif verir. Farklı zamanlarda yaptığım her gezide bir önceki ile iyi bir karşılaştırma yapma şansı buluyorum. Sokaklar, kahveler, yollara döşenen taşlar, sokak kafeleri (Şu “Café ismine çok takılıyorum, yılların Kahvehaneleri, Kıraathaneleri neden bu haldeler? Starbucks denilen deneyim sanıyorum 1976’da başlamıştı. Bizde Osmanlı dönemine hatta daha eskilere dayanır. Neden bir marka yaratamadık?) herkesin işine yarayacak şekilde sıralanmış. Temizlik ve müşteri memnuniyeti anlayışı iyi… Kıyıda her türlü deniz araçları, Akvaryum, Volvo Okyanus yat yarışlarında yer almış tekneler, ders alan insanlar, plaja gidenler, Kolombun gemileri, eski gemiler önünde poz verenler, sıcağı bulup güneşlenenler, çoluk çocuk bilimum insanlar… Merak etmeyin bizden başka Türkler de yok değil… Bazı dizi oyuncuları, meşhur denilebilecek şahıslar da etrafımızda geziyorlar. Futbol ateşi etrafı sarmaya başlamış. Gazeteler, televizyonlar kışkırtma boyutunda futbolun ateşini hep sıcak tutuyorlar. Biz başka bir şey planladık. İspanya Kralının kızı ile evlenen oyuncunun davetine katılacağız. Bilin bakalım bu oyuncu hangi sporu yapıyor? NOT: Affına sığınarak yanıt veriyorum hocam: HENTBOL… (Yusuf YALKIN) Bu makale 451 kez okundu Yükleniyor...
|