SON DAKİKA
GERÇEKLERİ NE ZAMAN GÖRECEĞİZ?
Süper Lig’de, dört yıldız meraklısı Galatasaray kendi sahasında ve seyircisi önünde, Bahçeşehir’e 4-0 yenildi. Gene dört yıldız meraklısı diğer takım Fenerbahçe de, kendi sahasında ve de seyircisi önünde Gençlerbirliği’nden tartışmalı penaltı golleri ile kurtuldu. Trabzonspor gol curcunası içinde geçen ve de kendi sahasında, seyircisi önünde ancak beraberlik alabildi Gaziantep’ten…. Daha geçen hafta Belgrad’ta Partizan’ı harika bir oyunla 4-0 yenen Beşiktaş, lig sonuncusu olan Kayseri Erciyes’e 3-2 yenildi. Bunlara sebep mi arıyorsunuz? Sebep çok… Ancak ben asıl sebebi, bu takımların hiç birinde, o takımları çekip çevirecek, yönlendirecek, ruhlandıracak, maç kazandıracak Takım Kaptanları’nın olmayışında görüyorum.
1953 -1960 yılları arasında İstanbul Lig maçlarını aralıksız izledim. 1958-59 yıllarında futbol hakemliği yaptım. Futbol bir takım oyunu olsa da, takımları takım yapanların başında, takım kaptanları gelir. Ben Beşiktaşlı Baba Hakkı’yı bir kez emekliler maçında (Fenerbahçe – Beşiktaş) seyredebildim. Şükrü Gülesin ile Bülent Esen’in (ki ikisi de İtalya’da başarılı futbolcular idiler) kaptanları Hakkı Yeten’ e gol attırmak için nasıl çırpındıklarını seyrettim. Hakkı golü bulduktan sonra Fener kalecisi Cihat’ın İstanbul Lig’inin üç büyükleri vardı. Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe… Ama yukarda söylediğim tarihlerde bu üçlüye kök söktüren çetin ceviz iki takım daha vardı: Vefa ve Beykoz… Vefa’nın başında kaptan, Kör Galip lakaplı Galip Haktanır vardı. Vefa’da aralıksız 14 yıl oynamış. Üç büyükler onu almak için çok uğraşmışlar; o hep Vefa’lı kalmış. Adam gibi bir takım kaptanı idi. Santrhaf oynardı… Karşıt takımın akınlarını tek başına keser, takımını tek başına akına hazırlar, bir maestro gibi yönetirdi. Ben faulsüz, vurdusuz- kırdısız futbol oynamayı onda gördüm. Gerçi yanında hırçın bek Rahmi vardı. Gene de takımın bütün oyuncuları ona ayak uydurmak için, çırpınıp dururlardı. Gazetelerde üç büyüklerin belalısı olarak kör Galip gösterilirdi. Oysa Galip sakin, efendi, edepli bir futbolcu, centilmen bir kaptandı…
Beykoz’un başında Kelle İbrahim vardı takımı hazırlayan. Şişman, zor yürüyen,saha kenarına bağdaş kurup oturan bir adamdı.Takım kaptanı Mehmet Ekerbiçer 1.90’dan fazla boyu ile takımın başında göründü mü, üç büyüklerin taraftarları,sıkıntılı sıkıntılı dırdırlanmaya başlarlardı. Çünkü üç büyüklerin anlı şanlı golcüleri için Ekerbiçer’i aşmak gerçekten zordu. Ekerbiçer de santrhaf oynardı. Sahanın en boylusu olan “Kaptan Mehmet” tek başına aşılmaz bir savunma idi. Tatlı sert bir stili vardı. Çamurluğu, kasten faulü olmazdı. Takımın bütün oyuncuları ona bakarlardı, onu dinlerlerdi. Hele Beykoz’un yıldırım Şirzat’ı bir gol atıp takımını galip duruma getirince, kenardan Kelle İbrahim bağırırdı: Çök…Çök … Bu, “Oyunun üzerine yatın” demekti. Gerisini Ekerbiçer hazırlardı. Havadan gelen bütün topları keser, uzun vuruşlarla savunmasını rahatlatırdı. Yürekten oynardı… Bu yürekli hava takım arkadaşlarına bulaşır, onları İki takımlık oyun oynamaya götürürdü. Artık gerçekleri görmek zamanı… Devşirme oyuncularla bu iş yürümüyor. İyi transferler yapmayı öğrenemedik gitti. Takımlarımızı, takım yapan atmosferi, arkadaşlığı, dayanışmayı, takım sevgisini, sorumluluk duygusunu sağlayamadık kaç yıldır… Seyirci olarak futboldan soğuduk. Takımlarımız iş adamlarının (Para babaları) hegemonyası altında… Takım formalarını tanıyamaz olduk… Reklamlar cirit atıyor sahalarımızda… Futbol, spor olmaktan çıkmış durumda…Ve bu durum ulusal takımımızın aldığı kötü sonuçların da hazırlayıcısı oluyor. Gizli gizli süren yerli-yabancı çekişmesini görmezlikten gelemeyiz. Her şey açık seçik ortada…
Bu makale 454 kez okundu Yükleniyor...
|