SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() SENARYOCULUĞU BİLMİYORUZ!..![]() Mühendislik yıllarımda yurt dışında Uluslararası iki toplantıya katıldım
Türkiye Delegasyonu içinde… Konu, “Dünyada Su Sorunu” idi. Bunlardan biri
Özellikle Uluslararası Sular üzerine yoğunlaşıyordu. Yüzlerce delege
hazırladıkları bildirileri sundular, düşüncelerini ilettiler. O yıllarda az gelişmiş
ülkelerin çoğu ve de Türkiye, ABD’nin ağzına ve eline bakıyorduk. Bunun
dışındakiler de Rusya’nın… Kongre iki başlı bir canavarın kavgası gibiydi.
Sular biliyoruz ki, sınır- mınır tanımaz; doğada neresini uygun bulursa oradan
akar. Bizim Dicle ve Fırat gibi iki büyük ırmağımız da öyle… Anadolu’da doğar
Irak ve Suriye’den geçerek Basra Körfezi’ne dökülür. Gerçekte bu durum
dünyanın pek çok ırmağında görülen bir durumdur. Dolayısı ile ırmaklar bazen
iki, üç bazen de bir çok ülkenin ortak sorunu olarak ortaya çıkar. Örneğin Nil
Nehri çok ülkeli… Bizim meselemiz Irak ve Suriye ile; onlar bize daha çok su
vereceksiniz derler, biz kuraklıktan dem vururuz, baraj yapımlarından söz
ederiz… Çekişip dururuz. O toplantıda bir delege şunları söyledi:
“Benim topraklarımda doğan bir su, benim karım gibidir; nasıl ilişkide bulunacağımı başkalarına sormak zorunda değilim…”
Bir çok ülke bu sözlere can simidi gibi yapıştı hemen. Bu düşünsel bir yaklaşım, bir senaryo idi. Çünkü bu tür sulara sahip bir çok ülkenin başı dertte idi. Aslında suların kullanımı bir takım kurallara, şarta şurta bağlanmıştır.
Şimdi sözü spora, futbola getirmek istiyorum. Bizde yalan yanlış konuşmalar,
yazışmalar, tartışmalar yapılır ama, bir amaca dönük senaryo kurgulamaları
görülmez pek. Çünkü bunlar bilgi ister, zeka ister, yürek ister…
Fi tarihte ünlü bir takımın flaş bir oyuncusu için, bir kadın çıkarıldı ortaya: “Senin
annen, bildiğin annen değil, senin asıl annen benim…” demişti bu kadın…
Bu hem etik değil, hem de bir sporcunun bütün moralini altüst edecek bir yavanlık... Maharet takımlarımızı, sporcularımızı içte ve dışta moralli tutmaya, kendine güven
duygusu içinde olmaya götürmektir. Yükselişe geçen futbol takımlarımızın
başına gelmedik kalmıyor. Aysal- Terim konusu Galatasaray’ı hedef tahtası
haline getirdi. Bana göre iki hilesiz Galatasaraylı insanı düşman kardeşlere
çevirmek kime ne kazandırır? Hele sporumuza? Aynı yavanlık daha önce
Fenerbahçe’de Aykut- Alex arasında tezgahlandı. Adamın heykelini dik, sonra
da apar-topar sepetle…Ayıp değil mi? Beşiktaş’ın yıllardır takım kaptanlığını
yapmış, öz be öz Beşiktaşlı Aybaba’yı direktörlükten alırken daha ılımlı
davranmak varken, sürtüşmeye gitmek yakışır mı bu büyük kulübe? Başkan
Orman- Aybaba senaryosu çok mu sevimliydi? Suçlamalar yenir yutulur cinsten
miydi? Unutmayalım ki, bu insanların aileleri var, sporun içindeler ve de
sporcu yetiştiriyorlar…Teknik direktörleri görevlendirirken şapur-şupur
öpüşmek şart değil; ancak yolları ayırırken kantarın topuzunu kaçırmak da
doğru olmuyor…
Dün gece Trabzon’un beraberliği canımı sıktı. 35. dakikada 3-1’lik skor
yakalıyorsun, takım eski Trabzon olma yolunda diye düşünürken, tuş
oluyorsun... Bir takımın 90, hatta 120 dakikalık oyuna hazır olması gerek
dışarlıklı takımlara karşı... Bizim takımlarımız çabuk yoruluyorlar. Golcülerimiz
kolay ofsayta düşüyorlar. Bir de kalecilerimiz her olur- olmaz yerde kalelerini
terk ediyorlar. Akşam Trabzon-Lazio maçında da bunları yaşadık. Acaba
teknik adamlarımız, örneğin ilk 30 dakika içinde fark yakalandığında ya da bir
oyuncusunun kırmızı kart görmesi durumunda neler yapılacağı üzerinde
senaryolar üretebiliyor mu maç öncesi? Takımda yorgunluk başlayınca ne
gibi uygulamalara geçileceği konuşulup tartışılıyor mu? Eğer senaryoculuk
ciddi ciddi düşünülür hale gelmediyse takımlarımızda, dışarlıklı takımlarla boy
ölçüşmemiz hayal olur…
Bu makale 342 kez okundu Yükleniyor...
|