SON DAKİKA
![]() ![]() ![]() ![]() SEVİNMEYİ ÖĞRENEMEDİK GİTTİ!..![]() Kim ne derse desin, milyonlarca insanı peşinden sürükleyen futbol, çok yönlü küresel bir olguya dönüşmüş durumunda. Her ülkede gazetecisi, televizyoncusu, fotocusu, yorumcusu ile büyük bir medya ordusu, bu işin ya içinde ya da peşinde… Ve de çok büyük paralar dönmekte… Takımlar, futbolcular, aracılar, transfer simsarları, dedikoducular, teknik adamlar ve de görünür görünmez mafia babaları… Bu çarpıcı tablo içinde düz insanların (her gün her yerde rastladığımız kimselerin) yönetimlerde fes kapma peşinde olmaları normal karşılanmalı. Onun için “bu adam nereden çıktı? İşinin ehli şu adama neden görev verilmiyor? Şu olsaydı daha iyiydi… gibi sorularla kafanızı yormayın. Terim’e itirazım yok, ama anlaşma biçimine var. Bu gibi işlerde biraz daha ciddi olalım. Bugün sevinmek üzerinde durmak istiyorum. Takımlardan biri bir gol atıyor… Oyuncular seviniyor, kenarda teknik adamlar seviniyor, taraftar seviniyor… Çok doğal değil mi? Bu doğal da sevinme biçimimiz doğal değil. Gol atanın üstüne 8- 10 oyuncunun birden atlaması, etten bir küme oluşturmaları hoş mu? Üstelik nefes nefese olan oyuncu, o kadar ağırlığın altında nefessiz de kalabilir. Kenardaki teknik adamlar da kucağa, şapur şupur öpüşmeler, zıplamalar, şuna buna el sallamalar… Sen o gol atan adama kaç para ödendiğini bilmiyor musun? Onun görevi zaten gol atmak. O, gol atmak için oradadır ve o forma ona gol atsın diye giydirilmiştir. Daha dengeli, daha sevimli, daha doğal resimler vermeye çalışalım. Karşı tarafı küfredecek duruma da getirmeyelim sevincimizle… Messi’yi, Ronaldo’yu, Rooney’i izleyelim, maskaraca seviniyor mu hiç biri? Alex Ferguson’un kimseyle sarmaş dolaş olduğunu gördük mü? İzinizle biraz gerilere gitmek istiyorum. Sanırım 1955’lerdeydi. İnönü Stadı’nda Beşiktaş- G. Saray maçı vardı. Oyun başlar başlamaz Gazhane tarafını arkasına alan G. Saray arka arkaya 2 gol attı. Geçen hafta aramızdan ayrılan ulusal takımımızın ve G. Sarayın santrforu Reha Eken, Sarı kırmızılı seyircilerin arasında adeta amigoluğa soyunmuş, seyircisini coşturmaya çalışıyordu alaycı bir tempoyla. (Reha ya futbolu bırakmış veya sakattı o gün) “Ya ya yaaaaa… Şa şa şaaaaa… Siyah Beyaz çok yaşaaaaa…” Beşiktaşlı futbolcular ifrit olmuşlardı. Bu hava içinde arka arkaya 2 gol geldi Beşiktaş’tan… İlk devre 2- 2 bitti. 2. devre başlar başlamaz fırtına gibi esmeye başladı sarı kırmızılılar… Ve bir anda 2- 4 oldu durum. Orkestra şefi (!) Reha ve ekibi gene o alaylı tempoyla nakarata başladılar; Ya Ya Yaaaaa… Şa şa şaaaaa… Ancak Beşiktaş’ta müthiş golcüler vardı: Recep Adanır… Reha’dan 3- 4 gün önce yaşamını yitiren Nazmi Bilge… ve 100 metreci Ercan Ertuğ… O zamanlar daha “baba” lakabı yoktu Recep’in. G. Saray kalecisi Turgay Şeren kalesinden bağırıyordu “Recep’i tutun” diye… Kısa aralarla 2 gol gelmişti Beşiktaş’tan ve durum 4- 4 olmuştu. Maç böyle biter derken, Recep’in uzun pasına koşan santrfor Ercan ile kalesini terk eden Turgay çarpışıp yere düştüler. Atik davranan Ercan topu kapıp boş kaleye ulaşmıştı bile. Sonuç; 5-4.. Bu son golde alkışlanacak bir karşı atak yaşanmıştı. Ayrıca hakem başarılı bir avantaj uygulaması yapmıştı. Şunu söylemek istiyorum: Bu 9 gol içinde ne G. Saray, ne de Beşiktaş futbolcuları, sevinçten göbek atmadılar. Birbirlerinin üzerine atlayıp etten yavan bir yumak oluşturmadılar. Sadece topu koşarak santraya getirdiler. Çoğu aramızdan ayrılmış olan o amatör ruhlu, ama gerçek sporcuları özlemle anıyorum. Bu makale 295 kez okundu Yükleniyor...
|